Sevr’den Lozan’a Modern Türkiye’nin Doğuşu
Sevr Antlaşması ve Lozan Barışı Cumhuriyet öncesi Türkiye’nin kaderini belirleyen iki önemli antlaşmadır. Bu iki antlaşmayı birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Uluslararası alanda Türkiye’nin varoluş sürecini, bu arada Milli Mücadele’yi bu iki antlaşmanın ışığı altında anlamak gerekir.
Bu yüzden de Osmanlı’yı yıkan Sevr Antlaşması’ydı; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ise Lozan Barış Antlaşması oldu. Her iki anlaşma arasındaki ilişki ise Milli Mücadele’nin kendisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde silahlı mücadeleydi.
Sonun Başlangıcı: Mondros Mütarekesi
Mondros Bırakışması, Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile İtilaf devletleri arasında imzalanan ateşkes belgesiydi. Antlaşma Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Orbay tarafından, Limni adasının Mondros limanında demirli Agamemnon gemisinde 30 Ekim 1918’de imzalandı.
Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti fiilen sona ermiş olarak düşünülebilirdi. Ateşkes, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkımından sonra kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin vereceği mücadelenin başlangıç noktasıydı.
Filistin’de İngilizlere karşı alınan mağlubiyet ardından 1 Ekim’de Şam’ın kaybedilmesi üzerine, Talat Paşa kabinesi 5 Ekim 1918’de İngiltere ile ateşkes sağlamak amacıyla ABD’ye başvurmuştu.
Aynı dönemde 29 Eylül 1918’de Bulgaristan ateşkes imzalamak zorunda kalmıştı. Bulgaristan’ı işgal eden Fransız ve Müttefik ordularının İstanbul’un üzerine yürüme ihtimali çok açıktı. 8 Ekim 1918’de Talat Paşa hükümeti istifa etmiş, Ahmet İzzet Paşa 14 Ekim’de yeni kabineyi kurmuştu.
Sıra barış görüşmelerinin başlatılmasına gelmişti. 18 Ekim 1918’de İngiliz generali Townshend, Osmanlı Devleti’nin ateşkes şartlarını vermek üzere gizlice Midilli’ye gönderildi. 24 Ekim’de İngiltere Limni’de bulunan Amiral Calthorpe’a ateşkes görüşmelerine başlama yetkisi verdi.
Görüşmelere Osmanlı Devleti adına Rauf Bey ve Reşat Hikmet Bey katıldılar. Dört gün süren zorlu ateşkes görüşmeleri sonunda 30 Ekim 1918 akşamı Mondros Mütarekesi imzalandı.
Çözümsüz Son: Paris Barış Antlaşmaları
Aynı dönemde diğer İttifak ülkeleri de ateşkes antlaşması yapmak zorunda kalmışlardı. Almanya’da ihtilal başlamış, 3 Kasım’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’da savaştan çekilmişti.
7 Kasım 1918’de Alman İmparatoru II. Wilhelm tahtan çekilmiş, Almanya’nın mağlubiyeti kabul etmesiyle de 11 Kasım 1918‘de Compiegne Ormanı’nda ateşkes imzalanmıştı.
Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan’la barış görüşmeleri Türkiye’den önce başlamıştı. Bu imzalanan antlaşmalar ile İtilaf devletleri problemli bir dünya yaratacaklardı. Gelişmeler ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 14 Nokta’sıyla başlamıştı.
İtilaf devletleri ve özellikle Wilson Alman baskısından söz ediyor ve barış umudu içinde olduklarını açıklıyorlardı. İlk hedefte Almanya vardı. İmzalanacak Versailles barışı Almanya’nın bir kez daha rahat hareket edememesi üzerine planlanmıştı.
Almanya Wilson ilkeleri sonucu adaletli bir barış olacağını sanıyordu. Aslında İtilaf devletleri galibiyetin verdiği üstünlükle Wilson ilkelerini görmezden geliyordu. İtilaf devletlerinde Almanya aleyhine güçlü yürütülen propaganda sonucu, Almanya’nın en sert şekilde cezalandırılması bekleniyordu.
Öte yandan İtilaf devletlerinin her birinin kendine göre beklentileri vardı. Fransa 1870’de kaybettiği Alsace-Lorraine’i geri istiyordu. İngiltere, Alman donanmasını yok edip, denizlerde tek başına olmayı hayal ediyordu. İtalya, Avusturya’dan mümkün olduğunca fazla pay almak niyetinde, Japonya’nın da Çin topraklarında gözü vardı.
Bazı bölgelerde bağımısızlık mücadelesi ve kaygısı vardı. Lehliler, Finlandiyalılar, Mısırlılar başta olmak üzere artık kendi kendilerini yönetmeyi düşünüyordu. İtilaf devletleri savaştan önce ve savaş sırasında aralarında birtakım gizli sözleşmeler gerçekleştirmişlerdi ve bunları uygulamak için bekliyorlardı.
Rusya’ya İstanbul ve Lehistan sözü verilmişti. Fransa’ya Alsace-Lorraine dışında Ren Nehri’nin sol sahilleri verilecekti. İngiltere, Alman sömürgelerine daha rahat sahip olabilecekti. İtalya’nın Avusturya topraklarında gözü vardı.
Kısa zamanda galipler arasında anlaşmazlıklar görülmeye başladı. Bu problemler büyümeden barış görüşmelerini yapmak ve kesin sonuçlara ulaştıktan sonra masaya oturmayı uygun gördüler. Konferans için Paris’in uygun olduğuna karar verdiler.
18 Ocak 1919’da Paris barış görüşmelerinin ilk toplantısı yapıldı. Artık Avrupa’nın ileri gelen devlet adamları ve askerleri Paris’teydi.
İşgallere Karşı Anadolu Ayaklanması
Paris Barış Konferansı’nda barış görüşmeleri devam ederken Anadolu’da yeni bir devletin temelleri atılıyordu. Dünyada imparatorlukların çöktüğü bir dönemde Anadolu isyan ediyor, ulusal mücadele başlıyordu.
Müttefikler Mondros Ateşkes Antlaşması’nın şartlarına uygun hareket etmemişler, İzmir’in işgal edilmesiyle birlikte de Milli Mücadelede yeni bir dönem başlamıştı. Artık İstanbul’da tutsak konumunda olan hükümetten bir şey beklenmesi olanaksız gözüküyordu.
İtilaf devletleri işgalleri yurt genelinde genişletmek şekliyle Türk Milletini’nin mücadele gücünü kıracaklarını düşünmüşlerdi. Bundan dolayı da Yunan ordusunu öne sürmüşlerdi. Fakat bu girişimleri tam tersi bir etki yapmış, Yunan işgali yeni bir dönemin kapısını açmıştı.
Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı, Erzurum ve Sivas Kongreleri, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin Ankara’da ilan edilmesi ulus devletin ilk dönemini oluşturdu.
13 Kasım 1918’de İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa bir an önce Anadolu’ya geçmenin planlarını yapıyordu. Bu fırsatın eline geçmesi çok uzun sürmemiş, Doğu Karadeniz’deki kargaşalıkları önlemesi amacıyla Anadolu’ya müfettiş olarak görevlendirilmişti.
Böylece 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış, Milli Mücadele’nin fitili ateşlenmiş oluyordu. İstanbul hükümeti ve İtilaf devletleri yaptıkları bu “hatayı” kısa sürede anladılar. Mustafa Kemal Paşa Havza genelgesinin yayınlandığı dönemde geri çağırıldı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması Milli egemenliğe giden yolun ilk aşamasıydı. 21-22 Haziran gecesi Amasya Tamimi’ni yayınlayacak ve “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” denecekti.
Bu niyetle Sivas’ta Milli kongre kararı alınıyor, illerden ve kazalardan üçer temsilci isteniyordu. 23 Temmuz-7 Ağustos tarihleri arasında Erzurum Kongresi toplanacak ve burada Mustafa Kemal’in başkanlığında Temsil Heyeti oluşturulacaktı. Ardından Sivas Kongresi 4 Eylül- 11 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecekti.
Misakı Milli (Ulusal Ant)
Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya 27 Aralık 1919’da ulaştığında ulusun yeni sınırlarını çiziyordu. Osmanlı Devleti’nin toprak kayıpları son döneminde oldukça fazlaydı. Fakat Mustafa Kemal Paşa bu konuda gerçekçiydi. Bunu Ankara’ya ulaştığı zaman ifade etmişti.
Dünya Savaşı’nın sonuçları, devletimizin bir takım fedakarlığa katlanmasını zorunlu kılıyor. Buna göre devlet için milli, yeni bir sınır kabul ettik. Mütareke imzalandığı gün ordularımız fiilen bu sınıra hakim bulunuyordu. Bu sınır, İskenderun Körfezi güneyinden Antakya’dan Halep ile Katma İstasyonu arasıda Cerablus Köprüsü güneyinde Fırat Nehri’ne kavuşur. Oradan Deyrizor’a iner.; Daha sonra doğuya kıvrılarak Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alır Mustafa Kemal Atatürk
Bu sözleriyle Misakı Milli sınırlarını bütün dünyaya ilan etmiş bulunuyordu. İzmir’in Yunalılar tarafından işgali ülkede çok büyük kızgınlığa neden olmuştu. Anadolu halkı kurtuluş için direnişe geçmeye karar vermiş, hemen hemen bütün şehirlerde Kuvayi Milliye adı altında bölgesel çapta örgütlenme başlamıştı.
Bu sırada Osmanlı Mebusan Meclisi son defa 12 Ocak 1920’de toplanacaktı. Hakkında tutuklama kararı bulunan Mustafa Kemal’in İstanbul’a gitmesi söz konusu değildi.
Mustafa Kemal Mebusan Meclisi’nde alınması gereken kararlar üzerine İstanbul’a gidecek delegelerle bir araya gelmiş, Meclis’in dağıtılması ihtimaline karşı da meclisi tekrar toplama fikrini düşünmüştü.
İstanbul’da yer alacak vekillerden kendisini Meclis Başkanı olarak seçmelerini istemiş, ulusal hareketini temsil etmesi bakımından Müdafaa-i Hukuk adında bir grup kurulması ve kongrelerin kararı doğrultusunda Misak-ı Milli’nin kabul edilemesini belirtmiştir.
Son defa toplanan Meclisi Mebusan’da Felahı Vatan grubu kurulacak, Mustafa Kemal’in başkanlık isteğide yerine getirilmemişti. Ama 28 Ocak 1920’de, Misak-ı Milli, Şeref Bey’in çağrısı üzerine gizli oturumda kabul edilmişti. Bu metin açıklanınca İtilaf devletlerinin tepkisini çekecekti.
23 Nisan 1920: Millet Meclisi
Meclis-i Mebusan’ın İtilaf kuvvetleri tarafından işgal edilemesi ve Meclis’in kapanması üzerine 23 Nisan 1920’de bu kez Ankara’da Millet Meclis’i toplandı. Meclis’in dağıtılmasıyla bazı üyeler Malta’ya sürülmüş, tutuklanmış, bazıları ise Ankara’ya ulaşarak Meclis’e girmişlerdi.
Böylelikle Meclis Ankara’ya taşınmış bulunuyordu. İstanbul’da bulunan vekillerin bazılarının tutuklanması karşılık olarak da Ankara, Anadolu’da bulunan İtilaf subaylarının bazılarını tutuklamıştı. En sonunda ulusal iradeye karşı olası müdahalelere karşılık İstanbul ile tüm ilişkiler kesilmişti.
Mustafa Kemal, Anadolu’da bağımsızlık mücadelesiyle Türk halkının kendi egemenliğini ve geleceğini kendisinin yazacağını ve bağımsızlık için birlikte hareket edileceğini ilan ediyordu.
Misak-ı Milli’nin ilanı Türkiye’yi barış masasına çekme amacında olan İtilaf devletlerinde bir şaşkınlık yarattı. Türkler savaşta yenilmişti ve bir direniş beklenmiyordu. Türk milletine baskıyı arttırmak için, 16 Mart 1920’de İstanbul işgal edildi.
Türk milletinin kaderi bundan sonra Ankara’dan çizilecekti. Mustafa Kemal illere, ilçelere, komutanlıklara gönderdiği genelgeyle Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanacağını ilan açıkladı.
En sonunda 23 Nisan 1920 tarihinde, bir bölümü İstanbul’dan Ankara’ya ulaşabilen 115 milletvekili ile Büyük Millet Meclisi açılabildi. Milletvekillerinin büyük çoğunluğu şu kişilerden oluşuyordu:
- Asker
- İdareci
- Hukukçu
- Doktor
- Öğretmen
- Gazeteci
- Din adamları
Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ülkenin her yanında olumlu ve derin etkiler yapmıştı. Her taraftan kutlama ve başarı mesajları geliyordu. Birinci Meclis olarak bilinen bu 1920-1923 dönemi her çeşit düşünceye sahip milletvekillerinden oluşuyordu.
En etkin olanların başında İttihatçılar vardı. Bir bölümü Mustafa Kemal’in yanında yer almıştı. Fakat İttihatçıların arasında farklı düşünenler vardı. Bunlar içinde Enver Paşa’yı destekleyenlerde bulunuyordu.
Birçok milletvekili hilafetten ve saltanattan taviz vermemekten yanaydı. Kısa sürede Meclis’te çeşitli gruplar oluşmuştu. Bu gruplar şu şekildedir:
- İstiklal Grubu
- Halk Zümresi
- Tesanüt Grubu
- Islahat Grubu
- Müdafa-i Hukuk Grubu
Mustafa Kemal ile aynı görüşü savunanlar Müdafa-i Hukuk Grubu altında bir araya geldiler. Bu oluşuma Birinci Grup adı verildi. İkinci Grup bunların karşısında yer aldı.
Gizli Antlaşmalar Süreci
Birinci Dünya Savaşı başaladıktan sonra açık denizlere serbest şekilde geçebilmek Çarlık Rusya’nın temel sorunlarından birisi olmuştu. Gerçekten Rusya bu konuda müttefik devletler üzerinde baskı kurdu.
4 Mart-10 Nisan 1915 tarihleri arasında İngiltere, Fransa ve Rusya arasında birtakım antlaşmalar gerçekleşti. Bu görüşmeler İstanbul Antlaşması olarak bilindi.
Rusya’nı aşırı istekleri vardı. İngiltere ve Fransa’ya verdiği notayla İstanbul şehrini, İstanbul Boğazı’nın batı kıyısını, Marmara Denizi’ni, Çanakkale Boğazı’nı, Güney Trakya’yı istiyordu.
İngiltere 12 Mart’ta savaşın kendileri lehinde sonuçlanması ve Osmanlı topraklarının diğer bölgelerinde İngiltere ve Fransa’nın taleplerinin gerçekleşmesi şartıyla Rusya’nın isteklerine olumlu görüş bildirdi.
Aynı biçimde Fransa aynı tarihte İskenderun Körfezi ile Toroslar’a kadar (Kilikya dahil) Suriye’nin Fransa’ya verilmesi karşılığında Rusya’nın istekleri konusunda mutabık olduğunu iletti.
Bu ilk dönemde İtalya bulunmuyordu. İtalya’yı İtilaf devletleri yanında savaşa sokmak amacıyla İngiltere, Fransa ve Rusya ile İtalya arasında 26 Nisan 1915’te Londra’da gizli bir antlaşma gerçekleştirildi.
1912 Uşi Antlaşması gereğince İtalya’nın işgal ettiği On İki Ada üzerinde tam egemenliğe sahip olması ve Osmanlı topraklarının bölüşülmesi halinde İtalya’ya Antalya bölgesinden eşit bir pay verilmesi uygun görüldü.
Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin Libya’daki bütün hakları İtalya’ya geçecekti. Yapılan bu gizli görüşemelere de Londra Antlaşması adı verildi.
İtilaf’ın gizli antlaşmalarının en çok ses getireni ise Sykes-Picot Antlaşması oldu. Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’daki toprakları, İngiltere adına Georges Picot ile Fransa adına Mark Sykes tarafından 16 Mayıs 1916 günlü bir protokole bağlanmıştı.
Buna göre Fransa Suriye, Lübnan, Kilikya ve Musul bölgelerini, İngiltere ise Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i alıyordu. Filistin’in geriye kalan toprakları üzerindeyse milletlerarası bir rejim ve bir de sınırları belli olmayan bir Arap devleti düşünülmüştü.
Daha sonraki gizli antlaşma ise Saint-Jean de Maurienne Antlaşmasıydı. 19 Nisan 1917’de yapılan bu antlaşma Osmanlı topraklarının paylaşılmasında İtalya’ya söz verilerek İtilaf devletleri yanında savaşa sokma girişimiydi.
Bu antlaşmanın onaylanması içinde Rusya’nın onayı gerekiyordu. 1917 tarihinde Rusya’da Bolşeviklerin iktidara gelmesi yüzünden antlaşma yürürlüğe sokulamamıştı.
12 Şubat-10 Nisan 1920 (Birinci Londra Konferansı)
1917 tarihinde Rusya’da Bolşeviklerin iktidara gelmesi sonunu Saint-Jean de Maurienne Antlaşması yürürlüğe sokulamamıştı. Gerçekten iki sene sonra Paris’teki barış görüşmelerinde İngiltere ve Fransa, İzmir’i İtalya’ya bırakmaktan vazgeçerek kendilerine daha yakın gördükleri Yunanistan’a vereceklerdi.
İtilaf devletleri kendi aralarında gizli antlaşmalar yapmasına rağmen Osmanlı topraklarını paylaşma konusunda anlaşma sağlayamıyorlardı. Osmanlı Devleti mağlup olmasına rağmen Mondros Ateşkesi ile adil bir barış beklentisi içindeydi.
Mondros Ateşkesi’ne rağmen işgaller sürmüş, İtilaf devletleri tasarladıkları gizli antlaşmaları yavaş yavaş uygulamaya sokmaya başlamışlardı.
Rusya’nın boğazlardan aşağı inme amacı, Boğazlar ve İstanbul üzerinde egemenlik isteği, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’yu kuşatma hayalleri, İtalya ve Yunanistan’a söz verilen topraklar bu uygulamaların en somut kanıtlarıydı.
Osmanlı İmparatorluğu ile barışın bir türlü yapılamaması, galip devletlerin kamuoyunda gündeme getirilecek ve en kısa zamanda bu sorunun çözülmesi için baskı oluşturulacaktı. Bu baskıların sonucunda, Osmanlı devleti ile yapılacak barış antlaşmasının koşullarını görüşmek üzere 12 Şubat 1920’de Londra Konferansı toplandı.
Konferansa İngiltere, Fransa ve İtalya katıldı. Japon delege zaman zaman görüşmelerde hazır bulundu. İngiliz Başbakanı Llyod George, Rumları batı uygarlığının temsilcisi olarak görüyor, her konuda Yunanistan’a destek veriyordu.
Yunanistan’a verilecek bölgelerle Yunanistan’ın egemenlik sahası genişleyecek, böylece İngiltere, Doğu Akdeniz’de güçlü bir dost kazanacaktı.
Londra Konferansı’nda Yaşanan Görüş Ayrılığı
İtilaf devletleri arasında görüş birliği bulunmuyordu. Fransa ve İtalya İzmir’in boşaltılmasını Yunanistan’a farklı bir şekilde pay verilmesini istiyorlardı. Bu konuda konferans döneminde bir türlü görüş birliği sağlanamadı.
Londra Konferansı devam ederken Osmanlı barışının en temel değişkenleri olan İzmir ve Batı Anadolu’nun kaderi, Ermeni sorunu için çözüm yolları, İstanbul ve Boğazların yönetimi ve denetimi görüşüldü ve uzlaşı yolları arandı.
Bu dönemde, Ankara hükümetinin Fransa’ya karşı elde başarı İngiliz Başbakanına aradığı fırsatı verdi. 5 Mart günlü toplantıda, konferansın acil olarak sonuçlanmasında ısrarcı oldu. Müttefiklerin orduları ile Türkler barışa zorlanmalıydı.
Aynı gün, İstanbul’daki İtilaf Yüksek Komiserlerine Türkiye ile imzalanması düşünülen barış antlaşmasının taslağı gönderildi. Konferans’ta, İstanbul’un işgal edilmesi kararı alınmış ve bu karar doğrultusunda 16 Mart 1920’de Müttefikler karaya asker çıkarmışlardı.
Londra Konferansı’nın 11 Mart 1920’de sona eren ilk bölümünde, Osmanlı topraklarının durumu tespit edilmiş ve 10 Nisan 1920’e kadar devam edecek olan konferansta ise konunun ayrıntıları ele alınmıştı.
Kurulan alt komisyonlar, Osmanlı barış taslağını hazırladılar. Son düzeltmelerin yapılacağı bir sonraki toplantının San Remo’da yapılmasına karar verildi.
San Remo Konferansı (18-26 Nisan 1920)
Konferans İtalya’nın San Remo kentinde başladı. 18-26 Nisan tarihlerinde, Osmanlı topraklarının bölüşülmesi ve Osmanlı Devleti ile yapılacak olan Sevr Antlaşmasının şartlarını hazırlamak için müttefikler bir kez daha toplandılar.
Toplantıda Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkan Osmanlı Devleti topraklarını ve Orta Doğu üzerindeki petrollerin bölüşülmesi konuları üzerinde görüşüldü. San Remo Konferansı’na katılan devletler ve temsilcileri şunlardır:
- Lloyd George (İngiltere)
- Alexandre Millerand (Fransa)
- Francesco Nitti (İtalya)
- Matsui Keishiro (Japonya)
- Robert Underwood Johnson (ABD’li Gözlemci)
- Gustave Henri Camerlynck (Tercüman)
19 Nisan 1920 tarihinde konferans Mareşal Ferdinand Foch başkanlığında toplandı. Askeri komitenin görüşlerini öğrenen konsey barış şartlarını belirlemek için çalışmalarına başladı. Toplantıda ele alınan başlıca konular:
- Kürt meselesi
- Boğazlar konusu
- Osmanlı Devleti’nin dış borçları olarak görüşüldü.
Konferans sırasında Osmanlı borçları konusunda bir komisyon kurulmasına karar verilmiş, Türk yetkililerine söz hakkı dahi tanınmadı.
Büyükelçi Galip Kemali Bey bir nota vererek İzmir, Adana, Erzurum, Trabzon bölgelerinde bulunan Müslüman Türklerin çoğunlukta olduğunu, kararlar alınırken bu duruma dikkat edilmesi gerektiğini açıkladı.
ABD Başkanı Wilson konferansta verilecek kararların adil olması gerektiğini açıklamışsa da, müttefikler Türkleri haritadan silmeye kararlı olduklarını belirtmişlerdi.
Biz Türk meselesine çok para harcadık. Amerika’dan önce kendimizi düşünürüz. Lloyd George & Lord Curzon
Türklere karşı düşmanca yaklaşan Lloyd George’a göre alınan kararlar gerekirse zorla kabul ettirilmeliydi. Yunanistan Başbakanı Venizelos, Anadolu’nun işgali için daha sert ve kararlı olunmasını söylüyordu.
Konferansta ayrıca İngiltere ile Fransa arasında bir petrol anlaşması imzalandı. Musul’un İngiltere’nin Irak mandasına eklenmesi karşılığında Fransa’ya Irak petrollerinden yılda yüzde 25 pay verilecekti.
San Remo Konferansı’nda Osmanlı Devleti ile İlgili Alınan Kararlar
San Remo Konferansı’nda Osmanlı Devleti’nin Asya ve Kuzey Afrika’da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi kararlaştırıldı. İkinci olarak, bağımsız bir Ermenistan ile özerk bir Kürdistan’ın kurulmasına karar verildi.
Ayrıca Osmanlı Devleti’nin eski Suriye topraklarında iki “A” tipi manda oluşturularak Suriye ve Lübnan’ın Fransa’nın, Filistin’in ise İngiliz yönetimine bırakılması, Irak topraklarının da İngiliz mandası altına girmesi kararlaştırıldı.
Meydana getirilen “A” tipi manda yönetimi, bu ülkelerin bağımsız sayılmasını, kendi kendini yönetecek siyasal olgunluğa ulaşıncaya kadar manda yönetimi altında kalmasını öngörüyordu.
Ayrıca İzmir ve Trakya Yunanistan’a verilecekti. Antalya ile Adana ve ardındaki bölgeler ise Fransa ve İtalya’nın etkin olacağı bölge olarak belirlendi. Boğazlar için idari ve güvenlik konularında iki ayrı komisyon oluşturuldu. Boğazlar her zaman ticari ve savaş gemilerine açık olacaktı.
Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920)
Antlaşmanın taslağı Damat Ferit Paşa’ya 11 Mayıs 1920 günü verildi. Osmanlı topraklarının paylaşılmasını öngören bu maddelere Osmanlı heyeti karşı çıkmışsa da Damat Ferit Paşa çaresizlik içindeydi.
Sevr Antlaşması’nın maddelerine halk çok büyük tepki göstermiş, İstanbul Sultanahmet’te mitingler düzenlenmişti. 22 Temmuz 1920’de Sevr Antlaşması metni Meclis’te okundu.
Mecliste yapılan Saltanat Şurası’nda, kararların kabul edilmesi sonucunda Osmanlı’nın hiç olmazsa Anadolu’da varlığını devam ettirebileceğini, aksi halde Osmanlı’nın tamamen yok olacağı görüşü ağırlık kazandı.
Bundan sonra Vahdettin kararları kabul edenler ayağa kalksın, kabul etmeyenler otursun dedi. Damat Ferit ayağa kalktı. Herkes ayağa kalktı, Rıza Paşa ayakta olduğu halde çekimser olduğunu belirtti.
Sevr Antlaşması’nın Önemli Bölümleri
Sevr Antlaşması’nın ilk 25 maddesi Milletler Cemiyeti örgütüne ait konuları içeriyordu. Daha sonraki 27-36. maddelerinde ise sınırlar belirleniyordu. Bu açıklanan sınırlar ile Osmanlı Devleti adeta haritadan siliniyordu.
37-61. maddelerle İstanbul ve Çanakkale boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılıyordu. Boğazlar savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacaktı.
62-64. maddeler bir Kürt bölgesi oluşturuyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracaktı.
İzmir konusuna 65-83. maddelerde çözüm bulunmuştu. İzmir ili ile ilgili Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarının kullanımı beş sene süre ile Yunanistan’a bırakılıyordu. Bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan’a katılması için halk oylaması yapılacaktı.
88-93. maddelerle Osmanlı Devleti, Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanıyacak, Türk-Ermeni sınırını hakem yetkisi ile ABD başkanı belirleyecekti.
Arap ülkeleri ve Adalar konusu 94-112. maddelerde açıklandı. Osmanlı Devleti savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak talebinde bulunamayacaktı.
Azınlık hakları 140-151. maddelerde belirlenmiş, Osmanlı din ve dil ayırımı yapmadan tüm vatandaşlarına eşit haklar verecekti. Tehcir edilen gayrimüslimlerin malları iade edilecek, azınlıklara her seviyede okul ve dini kurum açma yetkisi verilcekti.
152-207. maddelerde Osmanlı Devleti’nin askeri gücü hakkında alınan kararlar belirtiliyordu. Buna göre askeri kuvvet, 35.000 jandarma, 15.000’i özel birlik, 700’ü padişahın güvenliği olmak üzere 50.700 kişiyle sınırlı olacaktı.
226- 230. maddelere göre savaş döneminde katliam ve tehcir suçları işlemekten suçlananlar yargılanacaktı.
231-260. maddeler borçlar ve savaş tazminatı konularını düzenliyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik durumundan dolayı savaş tazminatı istenmeyecekti. Türkiye’nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecek, Türk maliyesi uluslararası mali komisyonun denetimine alınacaktı.
260-268. maddelere göre Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girdiği zaman 1914 senesinde tek taraflı olarak kaldırdığı kapitülasyonlar İtilaf devletleri vatandaşları lehine yeniden kuruluyordu.
En sonda yer alan 269-414. maddeler ticaret ve özel hukuk için ayrılmıştı. Türk hukuku ve idari düzen hemen her alanda İtilaf devletleri tarafından belirlenen kurallara göre düzenlenecekti.
Sevr’den Lozan’a Yeni Bir Ülke
Milli Mücadele’nin önemini anlamak için Sevr ve Lozan antlaşmalarının içeriklerini gözden geçirmek gerekir. Her iki antlaşmanın incelenmesi, Türkiye’nin üç yıllık sürede hangi konumdan yola çıkıp nereye ulaştığını açık şekilde gözler önüne serer.
Uluslararası alanda Sevr Ulusal Mücadele’nin öncesini, Lozan Antlaşması ise yarınını simgeler. Sevr bir imparatorluğun sonunu, Lozan ise bir ulusun başlangıcını oluşturur. Cumhuriyet Türkiye’sinin barıştan yana taraf koyması ve II. Dünya Savaşı’na katılmaması Lozan sayesinde olmuştu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılan diğer ülkelere dayatılan barış koşulları, II. Dünya Savaşı’nın nedenini oluşturdu.
Dünya Savaşı sonunda Paris Konferansı’nın ardından mağlup devletlerle imzalanan barış antlaşmaları, bu ülkeleri zor koşullara sokmuş ve bu ülkelerde galiplere karşı güçlü şekilde düşmanlık oluşmasına neden olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı imparatorlukların sonu olmuş; ancak mağlup olan hiçbir ülkenin önüne Osmanlı Devleti’ne uygun görülen koşullar dikte edilmemişti. Avrupa’nın yüzyıllardır süren Türk düşmanlığı Sevr ile noktalanmak isteniyordu.
Sevr Antlaşması’na İsyan
Milli Mücadele, Sevr’de imzalanan ölüm fermanına bir tür isyandı. Ulusal varoluş adına, herhangi bir devletin yanında yer almadan Büyük Devletlere bir meydan okumaydı. Lozan, askeri alanda elde edilen zaferin uluslararası alanda ortaya çıkmasıydı.
30 Ağustos Zaferi’nin ardından mütareke konferansı, Ekim 1922’de Mudanya’da başlamış ve Mustafa Kemal Paşa bu konferansa Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’yı göndermişti.
İsmet Paşa’nın Mudanya’da elde ettiği başarının ardından Mustafa Kemal Paşa, kendisini Lozan’da yapılacak barış görüşmelerine gidecek olan heyetin başına getirmişti.
Lozan görüşmelerine İstanbul ve Ankara hükümetleri ayrı ayrı davet edilmişti. Bu, “böl ve hükmet” düşüncesinin bir sonucuydu. Ankara, bu oyunu gördü ve 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. Bundan itibaren İsmet Paşa, Lozan’a Anadolu’da kurulmakta olan yeni devletin tek temsilcisi olarak katılacaktı.
Görüşmelerin Başlaması
Görüşmeler 20 Kasım 1922’de başladı. 4 Şubat 1923 ile 23 Nisan 1923 arası kesintiye uğrayan görüşmeler, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın sonuçlandı. Lozan’da bir tarafta Türkiye diğer taraftaysa müttefik devletler yer almıştı. Müttefikler olarak biline devletler şunlardı:
- İngiltere
- Fransa
- İtalya
- Japonya
- Yunanistan
- Romanya
- Sırp-Hırvat-Sloven Devleti (sonraki Yugoslavya)
Bu devletlerin yanında, Türkiye’nin talebi üzerine, Boğazlar konusunun görüşülmesi sırasında hazır bulunmak üzere Sovyet Rusya, Ukrayna ve Gürcistan davet edildi. Bulgaristan’ın Ege Denizi’nde bir çıkışı bulunması konusu görüşüleceği zaman temsilci bulundurması uygun görülmüştü.
Lozan Barış Görüşmeleri sekiz devam etmiştir. Türkiye’nin kesin ve net tutumu nedeniyle görüşmeler uzun süre devam etmişti. Türkiye’nin en temel amacı barış düzenlemelerini uluslararası hukuk ilkelerine dayandırmak, karşısında yer alan blok ise Sevr’i esas almak niyetindeydi.
Müttefiklere göre Türkiye Dünya Savaşı’nda mağlup olmuş, fakat Yunanistan’a karşı bir zafer elde etmişti. Onlar açısından Lozan gecikmiş bir Dünya Savaşı barış antlaşması iken, Ankara tarafından Milli Mücadele bağımsızlık savaşıydı.
Bu açıdan sadece Yunanistan’a karşı bir zafer elde edilmemiş, tüm Batı dünyasına karşı büyük bir zafer kazanılmıştı. Yunanistan’ın Anadolu serüveni başlarken arkalarında İtilaf devletleri bulunuyordu.
Menfaat Mücadelesi
Sekiz ay boyunca devam eden görüşmeler, çakışan çıkarlara çözüm aramakla devam etti. İngiltere, Musul ve Boğazlar’ın durumunda duyarlı davrandı. Fransa, borçları ve kapitülasyonları ön planda ele aldı. İtalya kapitülasyonlar, adalar ve kabotaj meselelerinde lehine çözüm aradı.
Türkiye tarafından davet edilen Sovyet Rusya, Boğazların tamamen Türklerin kontrolüne bırakılmasını, Karadeniz’de sahili bulunmayan devletlerin gemilerine kapalı tutulmasını savundu.
Bağımsız bir ülkenin milletlerarası bir topluluğa kabul edilmesi dışında, Lozan’ın önemli iki tarafı bulunuyordu:
- Osmanlı-Yunan mücadelesine son verilmesi
- Kapitülasyonların kaldırılması
Yunanistan’ın Anadolu’ya ve özellikle İstanbul’a yönelik işgal politikası hüsranla sonuçlandı. Gerçekten Yunanistan, tüm sakıncalarına karşın, mübadeleyle etnik türdeş ulusal kimlik önerisini gündeme getirmişti. Ancak, bunun Yunanistan’a ne kadar ağır yük getirdiğini görmekte gecikmedi.
Zor durumda kalması nedeniyle, Batı ülkelerinin de baskısı sonucu İstanbul’da yaşayan Rumlarla Batı Trakya’da yaşayan Türkler mübadele dışında bırakıldı. Doğu Trakya sınırı, Mudanya mütarekesinde belirlendiği şekilde Meriç Nehri oldu.
Gökçeada ve Bozcaada Türkiye’ye bırakıldı. Lozan görüşmelerinin ilk dönemi bir anlamda Yunanistan-Türkiye ilişkilerini kapsadı.
Lozan Görüşmelerinin İkinci Aşaması
İkinci dönem Lozan görüşmeleri daha zorlu gerçekleşti. Çünkü Büyük Devletler’in kendi çıkarları söz konusuydu. Bu görüşmelerde Ankara Hükümeti’ne verilecek tavizler diğer sömürgeler için örnek teşkil edebilir buralarda başkaldırılar meydana gelebilirdi.
Yapılan uzun pazarlık ve görüşmelerin sonunda, “tam bağımsızlık” özdeyişiyle anlamını bulan maddeler sonuca bağlandı. Kapitülasyonlar kaldırıldı. Kabotaj hakkı, yani Türk limanları arasındaki deniz taşımacılığı Türk vatandaşlarına verildi.
Bundan sonra idari, adli, ekonomik, mali, kültürel ve dini alanlarda ülke yönetimine ait tüm kararlar, tek yetkili olarak, Türk makamları tarafından alınacaktı. “Mütekabiliyet esası” yani karşı tarafın Türk uyruğuna tanıdığı oranda ayrıcalık söz konusu olacaktı.
Dış ticaret artık Türkiye’nin kendi egemenlik alanına giriyordu. Lozan Antlaşması’nın bir bölümü olan Ticaret Mukavelesi’nin 1. maddesine göre, beş yıl için, 1916 tarifeleri yürürlükte kalıyor; 1929’dan sonra hükümet istediği şekilde tarife düzenleyebiliyordu.
Dış Borçlar ve Paylaşım Sorunu
Üçüncü önemli konu dış borçlar konusuydu. Birincisi Osmanlı borçlarının paylaşımı; diğeri “ödeme akçesi” cinsiydi.
Türkiye, bu imparatorluğun en büyük mirasçısıydı. İmparatorluğun aktifinden hisse almıştı. Doğal olarak borçlarına da katılacaktı. Fakat ortada bu imparatorluğun toprağından pay alan on beş kadar daha mirasçı vardı. Bunlar da aynı şekilde üzerlerine düşen borçtan pay almalıydı.
Borcun paylaşımında Ankara, Osmanlı Devleti’nin bütün borçlarının hesaba katılmasını, dış borçların yanında kâğıt para, iç borçlanma ve dalgalı borçların da paylaşımını talep etmişti. Fakat, dış borçlar dışındakilerin Dünya Savaşı’nda harcandığı bahanesi öne sürülerek bu talep red edildi.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan topraklar, 1910 ve 1911 bütçeleri ortalamalarına göre, Osmanlı Devleti’nin genel gelirlerine hangi oranda katkıda bulunuyorsa, borçlarına da aynı oranda katılacaklardı.
Bu oranları Düyun-ı Umumiye İdaresi belirleyecekti. Bu şekilde Türkiye, Osmanlı Devleti’nden devralınan toplam 160 milyon lira borcun 107 küsur milyon lirasını üstlendi.
“Tediye akçesi” diye bilinen ödeme aracı, görüşmelerin en zor aşamasını oluşturmuştu. Türkiye’nin üzerinde kalan borcun yıllık anapara ve faiz ödemesi yedi milyon altına yaklaşıyordu. Bu o günkü kâğıt para birimi ile yaklaşık altmış milyona yaklaşıyordu.
İsmet Paşa, Lozan’da ödeme yöntemi olarak altının kabul edilmeyeceğini net olarak ifade etti. Görüşmeler uzun sürdü. Müttefikler acil çözüm istiyorlardı. Alacaklı olan uyrukların üzerinde tasarrufta bulunma hakkını kendilerinden görmedikleri için, Türkiye’nin isteği kabul edildi.
Mübadele
Lozan Barış Antlaşması’yla dünya tarihinde ilk kez bir “zorunlu göç” durumu yaşandı. İnsanlar etnik nedenler sebebiyle yaşamış oldukları topraklarından ayrılmak durumunda kaldılar. Fakat siyasetin çözümsüz kaldığı bir ortamda başka çare kalmamıştı.
Yayılmacı ulusal çıkar kaygısı, yan yana yaşayan insanları çatışan topluluklara dönüştürmüştü. Mübadele gerçekleşmediği takdirde, Anadolu ve Rumeli insanı, yerel düzeyde denetimden ve korumacılıktan uzak bir kıyım tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktı.
Mübadele, her iki ülke açısından da ekonomik sıkıntılara neden oldu. Göç etmek zorunda kalan insanlar, uzun zaman uyum problemi ile karşı karşıya kaldılar.
İleri Atılan Sorunlar
Lozan Barışı Musul, borçlar ve benzeri birçok sorunu ileri tarihe bıraktı. Bu durum Ankara’nın da işine gelmişti. Türk halkı ve ordusu on yılı aşkın bir zamandan beri savaş vermiş, oldukça yorgun düşmüştü. Yapılacak gerçek bir barış, gelecek için güvence olmuştu.
Kalıcı bir barış antlaşması ile yeni bir ulus devlet kurulmasına başlanabilecekti. Lozan Barışı, uluslararası hukuk kuralları içinde eşit koşullar altında masaya oturan ülkelerin uzlaştıkları bir antlaşma olarak tarihe geçti.
Sonuç
Lozan Antlaşması, yeni Türk devletinin milletlerarası alanda toprak bütünlüğünü güçlendiren ve tam bağımsız bir ülke konumunu ilan eden bir belgeydi. Barış görüşmelerinde Mustafa Kemal Paşa Büyük Millet Meclis Başkanı, İsmet Paşa ise Büyük Millet Meclisi Hariciye Vekili ve baş delegeydi.
Lozan, Milli Mücadele’nin askeri zaferlerini tamamlamıştı. Savaş meydanlarında kazanılan askeri zaferlerin, diplomatik olarak taçlanmasıydı.
Birinci Dünya Savaşı Almanya’nın liderliğinde İttifak devletlerinin mağlubiyeti ile sonuçlanmıştı. 1919-1920 Paris antlaşmaları bu ülkelere ağır şartlar getirmişti.
Bunların içinde en sert olanı Sevr Antlaşması’ydı. 600 yıldan beri Avrupa’ya meydan okumuş bir devlet tarihten siliniyor ve Anadolu’da adeta ufak bir alana ediliyordu. 19 Mayıs 1919 bu ezilmeye bir başkaldırıydı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöktüğü bir dönemde Anadolu topraklarında yeni bir millet doğuyordu.
Osmanlı Devleti’ni yıkan Sevr’di; Cumhuriyet Türkiyesi’ni kuran Lozan olmuştu. Her ikisi arasındaki bağ ise Milli Mücadeleydi. Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde başlatılan silahlı mücadeleydi.
Şimdiye kadar barış anlaşmalarını biz dikte ettik; bu sefer, ayakta duran bir ordusu olan bir düşmanla, maalesef bizde böyle bir ordu yok, masaya oturduk; bu duyulmuş bir şey değildir Lord Curzon
- Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri Seha L. Meray, Osman Olcay
- San Remo Konferansı – Vikipedi
- Kurtuluş Savaşı Günlüğü (3. Cilt) – Zeki Sarıhan