Arap İsyanının Gizemli Aktörü: el-Faruki
Teğmen Muhammed Şerif El Faruki (1891 – 1920), Musul’da bir Arap Osmanlı kurmay subayıydı. Şam’da görev yapmış ve Arap İsyanı’na yol açan olaylarda çok önemli bir rol oynamıştır.
Muhammed Şerif El Faruki Kimdir?
1915’in sonuna kadar El-Faruki hakkında hiçbir şey bilinmiyordu ve bugünde hakkında çok fazla bir bilgi bulunmamaktadır. 24 yaşında Musullu bir Osmanlı Arap subayı olan Teğmen Muhammed Şerif el-Faruki, Şam’da kurulan bir Arap gizli cemiyet üyesidir.
Cemal Paşa tarafından çatışmaların çok yoğun olduğu Gelibolu cephesine gönderilen gizli cemiyet yöneticilerindendir.
Teğmen el-Faruki 1915 sonlarında Gelibolu’daki Osmanlı ordusundan kaçarak Müttefik saflarına katılmıştır. Kahire’deki İngiliz istihbaratı için önemli bilgileri olduğunu açıklayınca sorguya çekilmek üzere hemen Mısır’a gönderilmiştir.
El-Faruki’nin zayıf İngilizcesi, tesadüfi veya kasıtlı yanlış anlamalara neden oldu. İngilizlere verdiği bilgiler kısmen doğru, kısmen de uydurmaydı.
1915 tarihinde ortaya çıkmış, 1916 senesinde İngiliz hükümetinin dikkatlerini üzerinde toplamış olan El-Faruki 1920 yılında bir aşiret baskını sırasında Irak’ta hayatını kaybetmiştir.
Oyunda yer aldığı 1915-1916 tarihlerinde doğrudan ve dolaylı olarak, İngiltere’nin savaş sonrası Ortadoğusu için diğer devletlere taviz vermesine neden olmuştur.
İngiliz ve Arap liderler arasında aracı olarak ya yanlış anlaşılmış ya da birbirlerine yanlış tanıtılmıştır. El-Faruki’nin niyetleri ancak tahmin edilebilir. 20. yüzyıl Ortadoğusuna, zamanın tam olarak yok edemediği bir yanlış anlama mirası bırakmıştır.

Arap Bürosunun Kurulması
İtilaf Devletleri’nin Gelibolu’nun boşaltılmasını planlayıp gerçekleştirdikleri ve Lord Kitchener’in savaşın yürütülmesinde daha küçük bir davranış üstlendiği 1915-1916 senesinde İngiltere’nin Ortadoğu politikası da yeni bir yöne girmişti.
Kitchener ve arkadaşları, İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu içindeki Arap liderlerinden ve askerlerinden nasıl faydalanabileceklerini düşünmeye başlamışlardı.
Bu konuda da Ortadoğu uzmanlığına atanan Sir Mark Sykes’ın önerilerine göre hareket ediyorlardı. Sir Mark Sykes’ın öderliğindeki Bunsen komitesi, 30 Haziran 1915’te savaş sonrası Ortadoğusu konulu raporunu verdikten sonra İngiliz hükümeti, Sykes’ı komitenin tavsiyelerini iletmek üzere Doğu’ya gönderdi.

Arkadaşlarının Şerif Hüseyin’in halifeliğe getirilmesi planını, halifeliğin güneye kaydırılmasına ilişkin kendi düşücesi ile uyumlu bulan Sykes, Mısır İmparatorluğu planını da benimsemişti.
Buna göre imparatorluk, Şerif’in ruhani ve Mısır’daki göstermelik kralın dünyevi liderliğinde, Arapça konuşulan bir bütün oluşturacak ve İngiliz Yüksek Komiseri Kitchener tarafından Kahire’den idare edilecekti.
Sykes görüşlerinin Hindistan’da pek sıcak karşılanmadığını fark etti. Hindistan’a karşı Kahire’ye desteklemeye kararlı olan Sykes da, yetki alanlarında çatışma olduğuna inanıyordu. Merkezi bir İngiliz politikası yoktu. Her bölüm operasyonlarını kendi başına yürütmekte ve birbirlerinin yaptıklarından habersizdiler.
Bu seyahatleri sırasında Sykes Arap işlerinin yönetimini ele alacak bir büro kurulması fikrini düşündü. 1915 senesinde Londra’ya dönen Sykes, politikayı koordine etmek için merkezi bir büro kurulması önerisini ortaya attı. Kahire’de kendi yönetiminde bir Arap Bürosu kurulmasını istiyordu.
Asquith 1916 tarihinde bir İslam Bürosu kurulmasını ele alacak bakanlıklararası bir konferans düzenlenmesi talimatını verdi. Konferansta Sykes’ın teklifi kabul edildiyse de, yapılan bir değişiklikle planın özü kayboldu. Arap Bürosu ayrı bir kurum değil, Kahire İstihbarat Dairesi’nin bir bölümü olacaktı.

Araplara Verilen Sözler
Sir Mark Sykes, 1915 senesinde Doğu’dan dönerken Londra’ya bir Arap Bürosu kurma düşüncesinden daha ilginç bir şey getirmişti. İngiltere’nin savaşı kazanmasına arkadaşları ile birlikte yardımcı olabileceğini iddia eden gizemli birisi olan Muhammed Şerif el-Faruki.
O döneme kadar El-Faruki hakkında bilinen bir şey yoktu. 1915 senesinde ortaya çıkmış, 1916 yılında İngiliz hükümetinin dikkatini çekmişti. İngiltere’nin savaş sonrası Ortadoğu için diğer devletlere ödün vermesine yol açan kişi olmuştu.
El-Faruki olayının arkasında Lord Kitchener’in savaşın başında Mekke Emiri Hüseyin’le vardığı yarım anlaşma yatmaktaydı. Kitchener ile Şerif Hüseyin ile 1914 sonbaharında görüşmeye başlamışlar fakat her ikiside bu görüşmelerden bir sonuç elde edememişlerdi.
Görüşmelerden altı ay sonra 1915 yazında Şerif Hüseyin’den alınan bir mektup Kahire İngiliz Temsilciliğinde şaşkınlık yarattı. Şerif Hüseyin bir açıklamada bulunmadan bütün Arap Asyası’nın kendi egemenliğinde bağımsız bir krallık olarak tanınmasını istiyordu.
Uzun süren sessizlikten sonra gelen böyle bir talep İngiltere’de şaşkınlık yaratmıştı. Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry McMahon Şerif Hüseyin’i küstürmek istemediğinden, Ortadoğu sınırları hakkındaki kararın savaşın sonuna kadar ertelenmesinin doğru olacağını bildirdi.
Şerif Hüseyin’in isteklerinin arkasında yatan neden kendisine göre mantıksız değildi. Hüseyin 1915 Ocak ayında, Osmanlı İmparatorluğu’nun kendisini indirmeyi planladığına ve bunu savaşın başlaması üzerine ertelediğine dair yazılı belgeleri ele geçirmişti.
Osmanlı Devleti’nin bu planı Şerif Hüseyin’i, isteğinin aksine, savaşta Türkiye’ye karşı çıkmayı düşünmeye zorlamıştı. Bunun kendisini Arap dünyasında yalnız bırakacağından çekindiği için de, gizli Arap cemiyetlerinden destek alıp alamayacağını araştırması için Faysal’ı Şam’a gönderdi.

Şam Protokolü
Faysal Şam’a iki defa uğradı. Sadrazamla görüşmek üzere İstanbul’a giderken ve İstanbul’dan dönüşünde.
1915 Mart sonlarında Şam’a ilk ziyaretinde Faysal’a bölgede çoğunluğu Arap askerlerinden oluşan üç Osmanlı tümeni olduğu ve gizli cemiyet üyelerinin bu askerlerin kendilerine itaat edecekleri söylenmişti.
Cemiyet üyeleri Türkiye’ye karşı biri isyana liderlik etmekten söz ederken bu konudaki endişelerini de ifade etmişlerdi. Buna göre, çoğunluk Almanya’nın savaşı kısa sürede kazanacağını düşünüyor, kaybeden tarafın yanında olmak istemiyordu.
Bir başka neden de, Osmanlı ile Avrupa arasında bir tercih yapılması gerekirse Avrupalı Hristiyanlar yerine Müslüman Türkler tarafından yöneltilmeyi istiyorlardı.
Faysal aracılığıyla Şerif Hüseyin’e, İngiltere Arap Batı Asyasında bağımsızlığı destekleme garantisi vermedikçe müttefiklere katılmamasını tavsiye ettiler.
Faysal, İstanbul’dan Şam’a 23 Mayıs 1915’te döndüğünde durumun oldukça değişmiş olduğunu gördü.
Suriye’nin Türk Valisi Cemal Paşa bir Arap düzeninin kokusunu almış ve bunu önlemek için harekete geçmişti. Gizli cemiyetleri bastırmış, liderlerini tutuklayıp üyelerini dağıtmıştı. Üç Arap tümeni de dağıtılmış, subayların çoğunu Gelibolu’ya ve başka yerlere göndermişti.
Arkada kalan komplocular Faysal’a artık Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir ayaklanmaya karışmayacaklarını söylediler. Ayaklanmayı artık Şerif Hüseyin başlatmalıydı ve kendileri ancak, Arap bağımsızlığı için İngiltere’den destek sözü alırsa yanında olacaklardı.
Gizli cemiyetin üyeleri Arap ve bağımsız olacak toprakları belirleyen bir de belge düzenlemişlerdi. Bu belgeye Şam Protokolü adı verildi. Faysal’ın Mekke’ye götürdüğü bu belgede Emir Hüseyin’in İngiltere’den isteyeceği talepler yer alıyordu.

El-Faruki Oyuna Katılıyor
Faysal’ın Şam’a ilk gittiği zaman, 24 yaşında Musullu bir Osmanlı Arap subayı olan Teğmen Muhammed Şerif el-Faruki, Şam’da gizli bir cemiyetin üyesiydi.
El-Faruki, Cemal Paşa tarafından Gelibolu cephesine gönderilenlerin arasında bulunuyordu. Gizli cemiyet ile ilişkisi bulunan Arapların Gelibolu cephesine gönderilmesi Cemal Paşa’nın isyancıları önleme çabası olarak görülüyordu.
El-Faruki, Şam’da bulunan diğer cemiyet üyeleri ile bağlantısını kesmemiş, Faysal ile Şerif Hüseyin’in çalışmarını takip etmişti.
Şam’daki gizli örgüt üyelerinden Hüseyin’i, İngilizler Şam Protokolü’nü destekleme sözü verdikleri takdirde Türklere karşı bir Arap isyanı başlatmaya özendirdiğini öğrenmişti.
Teğmen el-Faruki 1915 sonlarında Gelibolu’daki Türk ordusundan firar ederek Müttefik saflarına geçti. Kahire’deki İngiliz istihbaratı için önemli bilgileri olduğunu açıklayınca soruşturulması için hemen Mısır’a gönderildi.
İngiliz istihbaratı tarafından sorguya çekilen Teğmen el-Faruki, el-Ahd adındaki gizli Arap cemiyetinin üyesi olduğunu ve cemiyetin liderlerinden birisinin Şam’da bulunan General Yasin el-Haşimi olduğunu söylemiştir.
El-Faruki, el-Ahd’ın önerilerini “sizinle konuşmak için resmen yetkili değilim” demesine karşılık İngiltere İstihbarat Başkanı Clayton onu, cemiyetin sözcüsü olarak kabul etmiştir.
El-Faruki’nin iddialarına inanırlılık kazandıran tek şey, Şerif Hüseyin’in İngilizlerle mektuplaştığını ve Hüseyin’in Kahire’ye 1915 mektubunda gönderdiği talepleri bilmesiydi.

El-Faruki’nin Sahtekarlığı
Sözde Şam’daki Arap subayları adına konuşan el-Faruki, İngiltere’den Şerif Hüseyin’in belirlemiş olduğu sınırlar içinde bağımsız bir Arap devletini destekleyeceği sözünü almak istedi. Bu talebini ilettiği zaman İngiliz istihbaratı için taşlar yerli yerine oturmuştu.
İngilizler için temel olan, her iki taraftan gelen istek ve taleplerin hem aynı, hem de el-Ahd’ın kurucusu el-Masri ile Kahire’deki diğer Arap sürgünlerinin savaşın başından itibaren öne sürdükleri taleplerle örtüşmesiydi.
Arap gizli cemiyetleri Şerif Hüseyin’i destekliyorsa, Mekke Emiri’nin, Arap Yarımadası’nda sadece kendi alanını temsil ettiği söylenemezdi.
Gizli cemiyetleri el-Faruki’nin belirttiği ve Clayton’un yanılarak kabul ettiği kadar güçlüyseler, o zaman Şerif Hüseyin binlerce Osmanlı askeri ve Osmanlı tebaası adına konuşuyor demekti.
El-Faruki, Clayton ve arkadaşlarını Şerif Hüseyin’e hemen cevap vermeleri konusunda uyardı. Ona göre İngilizler el-Ahd’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda bir Arap isyanına liderlik etmesini istiyorlarsa Arapça konuşulan Ortadoğu’nun bağımsızlığını garanti etmeliydiler.
İngiliz İstihbarat Şubesi Kahire Bürosu, Clayton ile el-Faruki’nin konuşmalarını bir rapor halinde Mısır’daki General Maxwell’e gönderiyordu.
General Maxwell, 12 Ekim’de Kitchener’e bir telgraf göndererek düşman hatları arkasında “güçlü bir örgütün” var olduğunu, Hüseyin’in taleplerinin aslında bu örgütten geldiğini bildiriyordu. Ayrıca, bir anlaşmaya varılmadığı takdirde Arapların düşman saflarında yer alacaklarını da iletti.
Temsilcilik Londra’dan el-Faruki’nin taleplerini yerine getirmek için onay isterken bu taleplerin pazarlığa açık olduğunu da bildiriyordu. El-Faruki ilerleyen haftalar ve aylar boyunca oyunun merkezinde yer alacaktı.
Sonunda büyük bir sahtekarlık çıkacak olan bu olayda el-Faruki ülkelerin ve imparatorlukların sınırlarını yeniden çiziyordu. İngiliz Temsilciliği, Mekke Emiri ve Arap milliyetçi liderleri el-Faruki’yi karşı taraflardan birinin adamı olarak görüyordu.
El-Faruki, Şerif Hüseyin’e yazdığı mektupta kendini İngilizlere söz geçiren bir el-Ahd üyesi olarak tanıtıyor, Kahire’de ise Şerif Hüseyin adına konuştuğunu söylüyordu.
El-Faruki’nin Fransız Taleplerine Karşı Düşüncesi
Fransızların Suriye’deki taleplerine karşı çıkan Clayton’un açıkladığına göre el-Faruki, Şerif Hüseyin’in Halep, Humus, Hama ve Şam’a Fransa’nın asla izin vermeyeceğini söylemiştir.
Clayton Fransa’nın, Fransız himayesinde Hristiyanların yaşadığı Suriye-Lübnan sahillerinden atılamayacağını biliyordu.
Clayton’un raporlarına dayanan McMahon’ın Dış işlerine gönderdiği açıklamaya göre el-Faruki, Mekke Emiri’nin, batı sınırının denize kadar uzanması isteğinde ısrarcı olmayacağını iletmiş.
Buna karşılık olarak Fransızların Halep, Humus, Hama ve Şam bölgelerini işgal girişimine “silahla” karşı çıkacağını söylemiştir. McMahon ve Clayton bu koşulları kabul etmek için yetki talep istiyorlardı.
Adı geçen kentlerin önemli ortak noktaları bulunuyordu. Demiryolu hatlarını oluşturuyorlardı. Fransızların yaptığı Şam-Hama ve uzantı hattı, Suriye’nin kuzeyindeki Halep’i güneyde Şam’a bağlıyordu.
Şam, Hama, Halep ve Humus, demiryolunun dört ana istasyonuydu. Şam’da güneyde Medine’ye ulaşan Hicaz demiryoluna aktarma yapılırdı. Böylelikle Suriye ile Şerif Hüseyin’in toprakları birbirine bağlanmış oluyordu.
Sir Mark Sykes’ın 1915 Kasım ayında Hindistan’dan Londra’ya dönerken tekrardan Kahire’ye uğraması Clayton için bir şans olmuştu.
Sykes’a el-Faruki hikayesini anlatan Clayton ve arkadaşları kendisine Osmanlı Devleti’nin Arap yarısının Müttefikler lehinde yer alabileceğinine olan düşünceyi aşıladılar.
Sykes Ortadoğu konusundaki bu yeni düşüncesiyle, Clayton’un “zafer anahtarını” Arap ordularının oluşturacağı görüşünü tamamen kabul etmiş oluyordu.
Clayton kendisini, Londra dönüşünde, Kahire’nin, doğudaki savaşı sona erdirmek konusunda Şerif Hüseyin’in Fransızlardan daha önemli olduğu şeklindeki yeni düşüncesini savunmaya ikna etti.
Herbert, Clayton’un yardımıyla, Şam, Halep, Humus ve Hama’nın Hüseyin’e verilmesi için Fransızları bu şehirler üzerindeki iddialarından vazgeçmeye çağıran kuvvetli bir muhtıra hazırladı.
Londra’da Karşıt Görüşler
Sykes’ın kabineye getirdiği mesaj, daha önce savaşta bir unsur olarak görülmeyen Arapların şimdi İtilaf Devletleri için ne kadar önemli olduğuydu.
Kahire Bürosu ve Sykes anlamıyor gibi gözükselerse de, Londra’da Hüseyin’e söz vermek için Fransa’nın onayını almanın büyük bedele neden olacağının bilinmesiydi.
Eski Hindistan Valisi Lord Curzon’a göre Araplara herhangi bir söz verilmemeliydi, çünkü kendileri şu an İngilizlere karşı ellerinden geldiği kadar mücadele etmekteydi.
Hindistan işlerinden sorumlu yeni Devlet Bakanı Chamberlain de buna karşı çıkıyordu; ancak Kitchener, Şerif Hüseyin’le anlaşma için Kahire’ye yetki verilmesini istiyordu.
En sonunda Kitchener’ın görüşü galip geldi. McMahon Londra’dan görüşmeler için onay alınca Mekke ile görüşmelere başladı.
Bu arada Hüseyin McMahon’a ikinci bir mektup daha yazmıştı. Bunda McMahon’u, sınırları tartışmaktaki isteksizliği nedeniyle kararsız davranmak ile suçluyordu.
Şerif Hüseyin’e göre bu sınırlar kendi düşüncesi olsaydı o zaman bu durum savaşın sonuna bırakılabilirdi. Ama bunlar kendi talepleri değildi. Bunları düşünenler başkaları, kendi halkıydı.
McMahon, 24 Ekim 1915’te Şerif Hüseyin’e değişik bir düşünce ile cevap verdi. Lord Kitchener’den gerekli sözleri verme talimatını aldığından dolayı belirli toprak ve sınırlar konusunda müzakerelere girdi.
Bir yandan Arapların savaştan sonra bağımsızlıklarına ulaşacaklarını kabul ediyor, ama diğer yandan Arap ülkelerinin idaresini kurmak için Avrupalı danışman ve memurlara ihtiyaç duyulacağını işaret ediyordu.
Görevli olacak memur ve danışmanların da İngiliz vatandaşı olması gereğinde ısrar ediyordu. Savaş sonrası Ortadoğusundaki bir “bağımsız” Arap krallığı, İngiliz himayesinde olmak zorundaydı.
İngiliz Himayesindeki Bağımsız Arap Krallığı Sorunu
Bağımsız Arap krallığı hangi toprakları kapsayacaktı. McMahon, Şerif Hüseyin’in istediği toprakları dört ana bölüme ayırdı.
Aynı zamanda İngiltere’nin, Şerif Hüseyin’in bunlardan herhangi biri üzerindeki taleplerini desteklemeyi taahhüt edemeyeceğini bildirdi. Bu topraklar şu şekildedir:
- Şam, Halep, Hama ve Humus’un batısında kalan topraklar. (Bu topraklardan Şerif Hüseyin’in vazgeçmesi isteniyor.)
- Suriye, Lübnan ve Filistin kıyılarını alamayacakları ve doğu sınırının şimdi Ürdün olan bir yerde çizilebileceği söylenen bölgeler.
- Batı kısımda (Suriye-Filistin) İngiltere, Şerif Hüseyin’e sadece, “müttefiki” Fransa’nın çıkarlarına zarar gelmeden hareket edebilceği topraklar için güvence verileceğini işaret etmiştir.
- Arabistan bölgesi. (Şerif Hüseyin’in aralarında yer aldığı çeşitli liderler tarafından bölüşülmüştü. İngiltere o dönem diğer liderler ile de anlaşma yapmıştı.)
Bu duruma göre İngiltere sonuç olarak Şerif Hüseyin’in isteklerini kabul etmeye yanaşmamış oluyordu.
Deneyimli bir bürokrat olan McMahon tamamen tarafsız kalmak gerektiğini anlamıştı.
Sykes ile Fransızlar arasında Ortadoğu’nun geleceği konusunda görüşmeler henüz başlamamıştı. İngiliz hükümetinde hiç kimse Fransa’ya ya da Rusya’ya ne gibi tavizler verileceğini kesin olarak bilmiyordu.
Şerif Hüseyin’in İngiliz Görüşlerine Karşı Talepleri
Hüseyin, McMahon’a Halep-Humus-Şam formülünü kabul edemeyeceğini açıklamıştı. Halep ve Beyrut eyaletlerinde ısrar ediyordu.
Fransa’nın Lübnan’daki isteklerinden söz açarak, “Fransa ya da bir başka devlete o bölgede toprak verilemesi söz konusu olamaz,” diyordu. Böylece McMahon’la anlaşmaya varamamış olsa da İtilaf Devletleri’ni desteklemesi gerektiğini anlamıştı.
Şerif Hüseyin’e göre Türkler kendisini devireceklerdi, bu yüzden İngiltere koşullarını kabul etsin ya da kabul etmesin, Türklere karşı isyan etmek zorunda olduğunu düşünüyordu.
İngiltere, Arap bağımsızlığını sadece Padişah’a karşı ayaklandığı zaman destekleyeceği sözünü vermiştir ve Dışişleri Bakanlığı Arapların ayaklanmayacağı düşüncesindedir.
Araplar kendilerine düşen sorumluklularını yerine getirmeyeceklerine göre (iddia böyledir) İngilizlerin de sözlerini tutma zorunluluğu olmayacaktı.
Gizli bir Arap örgütünün lideri olan Aziz el-Masri 1916 yılı başında Kitchener’e mektup yazarak konuya, karşı tarafın yaklaşımını dile getirdi. Bu mektupta İngiltere’nin Arapça konuşulan Ortadoğu’daki amaçlarına ancak halka tam bağımsızlık ve özgürlük verilirse ulaşılabileceğini bildirdi.
El-Masri ve taraftarları İngiltere’den İngiliz hakimiyeti ya da mandası istemiyorlardı. Gerçek bağımsızlık peşinde koşuyorlardı. Eğer kendilerini yönetmeye kararlıysa İngiltere’yi desteklemeyeceklerdi.
El-Masri, İngiliz tutumundaki sahteliği anlamıştı. Kitchener ile arkadaşları Arap desteğini arzuluyorlardı ama bunun karşılığında da Emir Hüseyin’in istediği bedeli ödemeye hazır değillerdi.

Ortadoğu İçin İngiliz-Fransız Müzakereleri
Sykes’ın 1915 Aralık ayında hükümete verdiği rapora göre el-Faruki, İngiliz Mısırı’nın Filistin ve Suriye’yi işgale başlaması durumunda bunun bir isyan başlatacağını söylemişti.
Bunun yanında Osmanlı İmparatorluğu’nun Arapça konuşulan eyaletleriyle ordusundaki Arapça konuşan askerlerin İtilaf tarafına geçeceklerini söylemişti.
Problem İngiltere’nin böyle bir harekete yönelik, batı cephesindeki kaynakları kaydırmak için Fransa’nın iznine ihtiyaç duymasıydı.
Şerif Hüseyin, Arapça konuşulan bölgelerdeki halk Fransız amaçlarından korktukları için Müttefiklere katılmaktan tereddüt duyuyorlardı.
Sykes’a göre bu tereddütleri önlemenin yolu Fransa ile müzakerelere başlamaktı. Fransa ile kısa sürede bu sorunlar halledilemezse, Şerif Hüseyin Türkler tarafından devrilebilir ve Kutsal Yerlerde yaşanan bu olaylar gerçek bir Kutsal Savaş başlatabilirdi.
Bu görüş Arapların Fransızlardan daha önemli olduğu sonucunu ortaya koyuyordu. Fransa savaş için bütün olanaklarını seferber etmiş, Şerif Hüseyin’se sadece, Osmanlıya olan bağlılıkları saptırmak konusunda belirsizlikler getirmekteydi.
Sonuç olarak İngiliz hükümeti, Sykes’ın gerekli olduğuna inandığı tavizleri kopartabilmek için Fransa ile müzakerelere başlama kararı aldı.
Böylece Teğmen el-Faruki’nin aldatmasının sonuçları sadece McMahon mektupları değil; daha da önemlisi, Fransa, Rusya ve daha sonra İtalya’yla, Sykes-Picot-Sazanov Antlaşması’nın ve bunu takip eden gizli antlaşmalarının yolunu açan müzakereler başlanılması oldu.

Ortadoğu Hakkında Sykes-Picot Görüşmeleri
Fransız temsilcisi Picot, Londra’ya gelerek görüşmelere 23 Kasım 1915’te başlamıştı. Sykes aralık ayında Londra’ya döndüğü zaman tarafların arasında görüşmeler tıkanma noktasındaydı.
Aralık ayı sonunda İngiliz hükümeti görüşmelerin sağlıklı şekilde devam etmesi için görüşmelere Sykes ile devam etme kararı aldı.
Picot, sömürgeci bir Fransız ailesinden geliyordu. Picot, 1915’te Paris’te, Ortadoğu konusunda İngiltere’ye taviz vermeye hazır bakanlara karşı bir kampanya başlatmıştı.
Parlamento da Fransız Suriyesi lideri Pierre-Etienne Flandin’in 1915’te yayınladığı Suriye ve Filistin konulu rapor, Fransa politikasında “Suriye Tarafı”nın bildirisi oldu; bu, Picot’un savunuculuğunu yaptığı taraftı.
Flandin, Suriye ile Filistin’in yüzyıllardır, Ortadoğu’nun Fransasını oluşturacak derecede Fransa tarafından biçim verilmiş tek ülke olduğunu iddia ediyordu.
Flandin’e göre bu ülkenin potansiyel zenginliği çok büyük olduğundan, Fransa’nın o bölgeye sahip olması tarihi olduğu kadar ticari açıdan da çok önemliydi. Aynı zamanda bölgenin stratejik önemi de bulunuyordu.
Fransa Şam’ın başka bir ülkenin etkisine girmesine asla izin vermeyi düşünmüyordu. Aslında Fransızlar kendilerini aldatıyorlardı. Maruniler dışında Suriye’de okumuş sınıflar arasında Fransız egemenliğine karşı da yoğun bir tepki vardı.
Picot, İngilizlerden istediği tavizleri elde etme stratejisinin planlarını kendisi hazırlamıştı. Buna göre Picot, Fransanın ekonomik etkinliğini yükseltmek için zayıf konumda olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bütününü korumayı tercih ediyordu.
Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünmesi kaçınılmaz olacaktı. Bu yüzden Fransa, Suriye ile Filistin’in kontrolünü ele almalıydı.
Picot ve Fransa Hükümeti’nin Planları
Fransız Dışişleri Bakanlığı iç Suriye’yi denetlemenin Fransız kaynaklarını zora sokacağını biliyordu. Picot ve Fransa’nın en çok arzuladığı konu doğrudan doğruya Fransız egemenliğini sadece Akdeniz kıyılarına ve genişletilmiş bir Lübnan’a uygulamaktı.
Ayrıca Suriye’nin kalanında kukla Arap hükümetleri ile denetim altına almaktı. Picot’un düşüncesi göre Suriye’nin tamamı üzerinde yönetim için ısrar edecek, daha sonra bu isteği azaltınca ödün verdiğini iddia edebilecekti.
Picot gizlice Musul’u elde etme planları yaparken Sykes ve Kitchener’ın da Musul’u kendisine vermeyi planladığını bilmiyordu. Kitchener ve Sykes, Fransız etki sahasının Akdeniz kıyılarından doğuya, Rusların elinde olan yerlere kadar uzanmasını istiyorlardı.
Fransız bölgesi İngiltere için Rusya’ya karşı bir kalkan oluşturacaktı. Fransa ve Rusya birbirlerini dengeleyecekler ve Fransız Ortadoğu’su, Çin Seddi gibi, İngiliz Ortadoğusunu Rus saldırılarından koruyacaktı.
İngilizler, Picot’un tüm Suriye’de doğrudan Fransız yönetimi iddiasından taviz vermeyeceğinden çekinmekteydi. Fransa ise Suriye’nin hiçbir yerinde, hatta kıyı Lübnan’ında bile yönetimi almalarına izin verilmeyeceğinden korkuyorlardı.
Sonunda Sykes da, Picot da birbirlerinden istediklerini elde ettiler. Fransa, Büyük Lübnan’ı yönetecek ve Suriye’nin geri kalan yerlerinde de ayrıcalıklı konumunu devam ettirecekti. Sykes, Musul’a kadar olan uzanan bir bölgede Fransız etkinliğini vermeyi, Picot’ta bunu almayı başarmıştı.
Tek engel Filistin olmuştu. Sykes, Filistin’i İngiltere’nin almasını istiyordu; Picot ise bölgeyi Fransa’nın almasında kararlıydı. Taraflar arasında en sonunda bir anlaşma varıldı. Buna göre:
- İngiltere, Akka ile Hayfa limanlarını ve oradan Mezopotamya’ya demiryolu inşa edilecek bir kuşağı alacak, bölgenin geri kalan bölümü milletlerarası yönetime bırakılacak.
- Fransa ve İngiltere’nin yönetimi altında bulunan bölgeler ve Filistin’in dışında, Ortadoğu’da bir Arap devleti ya da devletleri oluşturulacak.
- Bu oluşturulacak olan sözde bağımsız devletler, aslında İngiliz ve Fransız etki alanlarına bölünecek.
Sykes ve Picot’un aralarında yaptıkları bu anlaşma Arap İsyanı ilan edildikten sonra geçerli olacaktı.

Dicle’de Türk Zaferi
İngiltere’nin Kahire Arap bürosu, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkacak bir Arap isyanını umutla beklerken, Türklerle savaşta felaketle sonuçlanacak bir başka girişimin neticelendirilmesinde, İngiliz Hindistanı yardıma çağrıldı.
Londra, 1914 sonbaharında, Osmanlı savaşı başlamadan önce Hindistan’dan, İngiltere’nin İran’dan gelen petrolünü korumak için Basra Körfezi’ne bir yedek birlik yollamasını istemişti. Bu birliğin ilk hedefi, Abandan adasındaki petrol rafinerisini korumaktı.
Basra cephesi Osmanlıların Bağdat yakınlarındaki başlıca asker ve malzeme yığınaklarından çok uzak olduğu için Türk direnişi oldukça zayıftı. Hindistan’dan gelen İngiliz birlikleri Basra’da durumu kuvvetlendirirken, Türk saldırılarını da kolayca püskürttü.
Türk birliklerinin geri çekilmesi üzerine aşağı Mezopotamya’nın bataklıklarına doğru ilerleyen ordunun komutanı, Nixon’du. Nixon, belli bir hedef belirlemeden, Tümgeneral Townshend’i yeni zafer peşinde yukarılar gönderiyordu.
Lojistik bakımdan oldukça eksik olan İngiliz birlikleri, Dicle Nehri boyunca ilerlemeye çalışıyordu. Townshend az sayıda olan kuvvetlerinin yarısını kaybetti. 25 Kasım’da da çekilmeye başladı.
Townshend, yorgun olan askerlerinin güney bölgesine kadar gidebileceklerine karar verdi. Arkadan gelen Türk birlikleri ile savaşarak 160 kilometrelik yolu bir haftada alıp 1000 kayıp verdikten sonra Kut’ül Amare’de bekleyip savaşmaya karar verdi.
Kut, Dicle Nehri’nin bir kıvrımında üç tarafı suyla çevrili bir köydü. Townshend oraya sığınıp dördüncü kıvrıma siper kazdırdı. Böylece, kendisini bir mevziye kapatmış oldu. Türk birliklerinin mevziden içeriye girmeleri de, kendi birliklerinin de dışarı çıkması zorlaştı.
Kut’taki garnizon 26 Nisan 1916’da son yemeklerini de tükettikten sonra Londra’daki Savaş Bakanlığı Townshend’e bir teslim anlaşmasında arabuluculuk yapmaları için Herbet ile Lawrence’ın yardımlarını önerdi.
Townshend’in kuvvetleri, Bağdat’a hareketleriyle teslim olmaları arasında geçen sürede 10.000’den fazla kayıp vermişlerdi. Kut’tan kurtarılmaları için İngiliz kuvvetlerinin verdiği kayıp ise 23.000 kişiyi bulmuştu.
İngiliz yetkililerinin beceriksiz olarak gördükleri ve Arap Bürosu’nun 1916’da iç ihanet yoluyla önerdiği Osmanlıların İngilizlere tattırdığı bir başka ulusal aşağılanma da bu oldu.
Şerif Hüseyin’in İsyanı
Mekke Emiri Hüseyin, Türklerin kendisini devireceklerini öğrendiği zaman isyana başlanmasını emretti. Şerif Hüseyin için bu daha çok, yenilginin kabulü sayılırdı. Politikası, tarafsız kalmak ve her iki taraftan rüşvet almak olmuştu.
İtilafçılara Türkler tarafından devrilme tehlikesi nedeniyle yanaşmıştı. İleride devrileceğinin anlaşılmasının ardından, oğlu Faysal aracılığıyla Şam’daki başkaldırının, Cemal Paşa tarafından ezilmeye başlanması üzerine yeni tehlikelere maruz kalmıştı.
Cemal Paşa, Beyrut ve Şam’daki Fransızlardan aldığı belgelere dayanarak Arap isyancılarının ve bir İngiliz ajanının adını öğrenmişti. İhanettle suçlanan 11 kişi 1915’te idam edildi. Devam aylarda tutuklamalar oldu, yargılamalar sürdü.
Şerif Hüseyin 1916 Nisanında Cemal Paşa’dan, Osmanlı kuvvetlerinin Hicaz’dan geçerek Arabistan Yarımadası’nın ucuna gideceğini ve orada bir telgraf istasyonu kuracaklarını öğrendi.
Osmanlı kuvvetleri, Şerif Hüseyin’i yenecek kadar kuvvetliydi. Şerif Hüseyin bu haber üzerine telaşlandı; kendisinin harekete geçmesi gerektiğini düşündü. Hicaz isyanı 5-10 Haziran 1916 arasında bir tarihte ilan edildi.
İngiliz donanması Hicaz kıyısına yanaşarak Alman–Türk birliğinin daha ileri gitmesini önledi. Arap Bürosu isyanın, Arapça konuşulan İslam dünyasında destek bulacağına inanıyordu. Hepsinden de önemlisi, isyanın Osmanlı ordusunda destek bulacağına inanmalarıydı.
Sonuç olarak el-Faruki’nin Şerif Hüseyin’e katılacağı sözünü verdiği güçlü gizli askeri örgüt ortaya çıkmadı. Hüseyin’in ordusu İngiliz parası ile desteklenen birkaç bin aşiret mensubundan oluşuyordu.
Düzenli bir ordusu yoktu. Hicaz ile komşu aşiretler dışında Arapça konuşan dünyada Şerif Hüseyin’e herhangi bir destek göze çarpmıyordu.
Şerif Hüseyin’in silahlı kuvvetlerine katılan ve Hicazlı olmayan bazı subaylar da İngiliz kontrolündeki bölgelerde yaşayan savaş tutsakları ya da sürgünlerdi.
- Barışa son veren barış – David Fromkin
- Muhammed Şerif el-Faruki – Wikipedia